Türkler İslam diniyle ilk kez 8. yüzyılda tanıştılar. 10.yüzyılda da
İslamiyeti kabul ettiler. 8.yüzyıldan 10.yüzyıla kadar yaşanan süreçte
göçebe yaşam tarzı yerini giderek yerleşik yaşam biçimi bırakmaya
başladı. 10.yüzyılla birlikte Türkler Asya’nın batısına kaydılar ve bu
yeni coğrafyada yeni bir ekonomik yapıyla, toplumsal düzenle ve dinsel
dünya görüşüyle karşılaştılar. Geniş halk kitleler İslam dinini kabul
etmekle birlikte yerleşik yaşama bütünüyle geçmediklerinden geleneksel
yaşama biçimini sürdürme eğiliminde oldular. Üst kesimlerse, Arap ve
İran uygarlıklarının etkilerini halktan ayrılacak ölçüde
yansıttılar.Türklerin İslam dinini kabul edişlerinde yalnızca kılıç
zoru belirleyici değildir. Arap tüccarlarının Türk boyfarıyla
kurdukları ticari ilişkiler, yeni iran ve Arap yönetimlerinin
yaklaşımları Türklerin İslamiyeti kabul edişlerinde etkili olmuştur.
İsiamiyetle birlikte geien yeni üretim ilişkileri.. “töre”nin yerini
“hukuk”un almasını da sağlamıştır. Bu dönemde toplumsal ve ekonomik
sınıflaşma belli bir aşamaya gelmiş bulunuyordu.
Yaşanan süreçte egemen çevrelerde Arapça bilim dili. Farsça da sanat –
edebiyat diü olarak önem kazandı. Saray ve çevresinde Arap ve iran
kültürü, estetik anlayışı etkili olmaya başladı. Halk ise önceki
ulusal geleneklerini sürdürdü Dil, halkın konuşma dilinden
uzaklaşmadı.Bu ikili gidiş 13.yüzyıldan sonra edebiyat-mızın Halk
edebiyatı ve Divan Edebiyatı olarak ayrılmasına neden oldu.
Islamiyetin kabulünden sonra Türkler, iki lehçe ile eserler ortaya koymuşlardır.